Serseri Bıçak
Kuzey rıhtımı keşmekeşti. Yağan şiddetli yağmur rıhtıma çıkan tüm yolları çamura bulamıştı. Hassara halkının geri kalanının alışık olmadığı yağmur topraklarının bu kısmı için normaldi. Şiddetli yağmurdan kaçanların çamurda çıkarttığı ses, rıhtıma uzanan yolda fazlalaşıyordu. Rıhtımdan gelen bağırışlar gemi tayfalarına yağdırılan emirlerle karanlıkta yankılanıyordu.
Orasi yağmurluğunun altında sakince yürüyordu. Besmerek’in soğuğundan gelmiş biri olarak bu yağmur onun içini ısıtan bir yürüyüştü. Karanlığı severdi, keşmekeşliğe de bayılırdı. Damarlarında akan kanın kabardığını hissettikçe keyfini çıkarmak istedi.
Yolun ortasında durup kafasını kaldırdı. Rıhtımın uğrak hanlarından birinin önündeydi: Arada Bi’Kal. Ayaklarının uzunca bir yürüyüş sonrası dinlenmesinden ziyade şimdiden aldığı yemeklerin kokusuna hedeflenmişti.
Tam adımını hana doğru atacağı sırada rıhtıma doğru koşturan birisi Orasi’nin ayağına takılarak çamurun içerisine kapaklandı. Suratı çamura bulanan adam kalkarken düşmesine sebep olan kişiye bir bakış attı. Orasi parmağını bileğine doğru uzandırdı. Bıçağının kabzasını biraz daha ittirdiği anda bileğindeki mekanizma çalışarak bıçak dönecek ve avucunun içine oturacaktı. Bu, vücudunun sadece tek bir yerindeki basit bir bıçaktan ibaretti.
Yere kapaklanan adam kalkarken çamurda birkaç kez adımları pati çekti. Ayağa kalktığında artık Orasi’ye değil rıhtıma doğru bakıyordu. Orasi her şeye hazırdı. Kaslarının her bir zerresi hareket etmek için zihninden gelecek emri bekliyordu. Ancak adam oralı bile olmadan koşarak uzaklaştı.
Eğlencesiz bir akşam daha…
Orasi’nin tüm hevesi kaçmış gibiydi. Hanın kapısına doğru yöneldi. Bu hanın kasvetli havasını seviyordu. Yüzündeki sinsi gülümsemeyle hanın içine daldı.
Yağmurluğunun başlığını kaldırmadan etraftaki herkesi taradı. Göz ucuyla fark etti ki, duvara dayalı dipteki masada, her zamanki yerinde biri oturuyordu. Gölgede kalan o kuytu yer oturan kişinin kim olduğunu gösteremeyecek kadar karanlıkta kalıyordu. İçeceğini yudumlayan biri olduğu anca görülebiliyordu.
Orasi tanıdık bir yüzü görerek gülümseyerek, Son zamanlarda bu kadar gülümsemek… diye geçirdi içinden. Eğlence yaklaşıyor olsa gerek.
“Hoş geldin serseri dostum,” diyerek yaklaştı Han sahibi Pamira. Hassara’lı han sahibi Orasi’yi uzun süredir buralarda görmüyordu. Buralarda Besmerekliler çoğu kişi tarafından sevilirlerdi. Tabii kuytuda, gecenin bir vakti yatağınızda boynunuza bir bıçak dayamadıkları sürece. Yine de Salderalılardan çok sevdikleri kesindi. Belki sevgiden çok tahammül edebilme de denebilirdi. Gerçi Besmereklilerin sevilecek pek bir tarafları yoktu. Kimileri bunlara günahını bile vermezlerdi. Bir günaha karşılık bile sözleşme yapabilirlerdi. Üstelik sözleşmelerinin çizgisi çok netti, her sözleşmesine bir bıçak şahitlik ederdi.
“Ee, ne var ne yok, Koca Adam?” dedi Orasi. Sesi de görüntüsü gibi pusluydu. “Umarım ben yokken pek eğlenmemişsindir.”
Hancı Pamira, Orasi’yi tanırdı, ama bir Besmerekli ne kadar tanınabilirse o kadar tanıyabilirdi. Karşısında duran adamın sinsi bakışlarından hiçbir duygu okuyamazdı. Ortamı biraz ısıtacağı düşüncesiyle, “Buralarda eğlence asla bitmez, serseri dostum,” dedi ve adamda zerre duygu değişimi olmadığını görerek ürperdi. Hancı Pamira her gün buralarda böyle tipler görürdü, ama bu adam bir başkaydı. Bu duygudan hemen kurtulmak isteyerek ekledi, “Gel serseri dostum, seni bekleyen biri var.”
Orasi Hancının sırsına doğru uzanan elinden sıyrıldı. Sırtına bir elin dokunan bir el ne kadar hızlı kırılabilir, bunu göstermeye ramak kalmıştı ki, Hancı Pamira kuytuda duran adamın masasını eliyle gösterdi.
Han, rıhtıma yanaşacak büyük bir geminin haberiyle biraz boştu. Bu denli büyük gemi yanaşması demek rıhtımda yapılacak çok iş demekti. Ve ne kadar çok kazanılacak para, handa o kadar çok pineklenecek gün demekti.
Orasi, Hancı Pamira’ya bir bakış atarak işine bakmasını işaret etti. Ardından boş masaların arasından süzülerek kuytuda, her zaman oturduğu masaya oturdu. Ancak sırtı hanın orta yerine dönük olması pek âdeti değildi. Ama buna aldırış edecek de değildi. Ardından yaklaşacak böcek tıkırtısını bile duyabileceğini biliyordu.
Otururken elini koyduğu masadan çektiğinde bir bıçak duruyordu. Orasi karşısındakinin korkusundan büyük zevk alıyor gibiydi. Bıçak onun için bir metal parçasından çok vücudunun bir parçasıydı.
“Topraklarından bu kadar uzakta olmayı neye borçluyuz, Minatrili?” diye sordu Orasi. Yağmurluğunu çıkarttığı sırada garson kızın yağmurluğuna uzanarak almasına izin verdi. Yağmurluğun altındaki deri ceketi çizik çizikti.
Minatrili, uzun saçlı, kirli sakallı ve yeşil gözleriyle Hassara Rıhtımında herkesçe ayırt edilebilirdi. Minatri halkı özellikle toprakları dışında pek görülmezlerdi. Kuzey topraklarındaki eski soydaşları Oratri topraklarından geçmek neredeyse imkansızdı. Batı sahili boyunca gemiyle kara sınırlarından açıklarda ilerlemek neredeyse imkansızdı. Tahirin ve Saldera ortak adalarının açıklarından gidecek gemici bulamazlardı. Adanın iç kısmından Tahirin birliklerinden geçit alsa da Saldera’dan bir Minatrili’nin geçişine izin verilmesi olası değildi. Saldera Oratri ile arasının bozulacağı bir şey yapmaya yeltenmesi mümkün olamazdı. Doğu kıyılarından akıl sağlığını koruyarak geçebilen bir gemi de görülmediği için Minatrili birini kıtanın kuzey kıyılarında görmek şaşırtıcıydı. Buraya gelmeyi göze alan bir Minatrili ölümü göze almış demekti.
Orasi, Minatrili’nin gözlerindeki bu korkusuz bakışları hoşuna giderek karşıladı.
Minatrili adam, Besmereklilerin garip adetlerini bilmiyordu. Hancı Pamira’ya Serseri Bıçakla buluşacağını söylediğinde ufak bir muhabbetleri olmuştu. Ve Orasi ile, yani namı değer Serseri Bıçakla bir anlaşma yapacaksan bunu sonuçlarına katlanmak zorunda kalacağını gayet iyi öğrenmişti.
“Kabulümdür,” diye onaylayan Minatrili adam masanın üzerindeki bıçağı alarak belindeki çıkına geçirdi.
Rıhtım bölgesinde bu isimle anılan Orasi ile bir anlaşma yapacaksanız, bu anlaşmaya uymama, cayma gibi bir durum söz konusu dahi olamazdı. Böyle bir durumda o bıçak sana ölümü getirirdi. Ölüm ister kendi elinden olur, ya da kaçmak istersen de elbet Orasi seni bulur ve bıçağın saplandığı anı dahi hatırlayamadan ölürdün.
“Tamam mı, bu kadar mı?” dedi Orasi ayaklanarak. “Salderalı zengin züppenin birini öldür.”
Minatrili adam, karşısındakinin bir ölüm makinesi olduğunu duymuştu. Ama ağzından öldürmenin bu kadar doğal bir durum olduğunu duyması tüyler ürperticiydi. Günün herhangi bir anında bir şeyler atıştırmaktan bahseder gibi bir hali vardı. Konudan emin olduğunu anlaması için tekrarladı, “Unutma yanındaki hayvana çok dikkat etmelisin.”
Orasi çoktan hanın çıkış kapısına doğru yönelmişti. Omzunun üzerinden geriye doğru bakarak, “Tüm bu tantana bir zengin züppe yüzündense evcil hayvanıyla oynamama müsaade edecektir,” dedi ve suratına peçesini geçirmeden önce bir tebessüm takındı.
“Adam zengin bir züppeden fazlası. Haydan dediğinse pek de evcil sayılmaz.”
Minatrili adamın söylediklerini Orasi duymamıştı. O daha konuşmaya başlarken çoktan hanın dışına çıkmıştı.
Bedenim rüzgara karşı, sekizi ölüp son buldu.
gölge ölüp can bulacak, dokuzuncuya bıçağım saplandığında…
Orasi avına giderken hep bunları mırıldanırdı. Sonradan gelecek çığlıkların içinde acısını hafifletmek için olduğunu düşünürdü. Pek dert etmezdi, ama acı hissetmeye de niyeti yoktu.
Rıhtımda büyük kargaşa vardı. Yağmur dinmek üzereydi. Yükselen ay bulutların arasından kendini göstermeye başlamıştı. Rıhtıma yaklaşırken etraf daha bir aydınlıktı. Gelen kişinin konaklayacağı özel saraya doğru giden yol da bu kadar aydınlatılmış olmalıydı. Ayrıca Hassara birlikleri etrafta volta atmaya başlamışlardı. Salderalı muhafızların sadece Saldera elçisinin önünde ve ardında koruması olarak bulunmalarına izin verilecekti.
Orasi kendini rıhtıma uzanan yolun sonundaki son binanın tepesinde buldu kendini. Bıçakları kana susadığında hep böyle olurdu, sezileri ona yol gösterir mırıldandığı sözcükler eşlik ederdi.
Rıhtıma yanaşmış geminin yükleri boşaltılırken Rıhtım halkı karınca gibi çalışıyordu. Mekanizmalı vinçler daha büyük ve ağır metal yığınlarını ve değerli eşyaları taşımak için bir iniyor bir kalkıyordu. Rıhtım yoluna ışık lambalarının altında inen bir grup belirdi. Bunlar kılıç kuşanmış Saldera muhafızlarıydı. Orasi onları ne kadar uzak olursa olsun siluetlerinden tanıyabilirdi. Ayrıca Salderalı kokusu da burnunun ucuna kadar ulaşıyordu. Ardından da muhafızların arasına karışan Salderalı elçiye gözü ilişti.
Gölgelerde hareket etmekte becerikli olan Orasi sinsice etrafta dolaşıyordu. Etraftaki keşmekeşlikten de faydalanıyor denilebilirdi.
Işık lambalarıyla aydınlatılan yol Salderalı elçinin gideceği yolun izini oluşturuyordu. Orası ise bu izi takip etmektense daha onlar ilerlemeden onların önünde saraya doğru ilerliyordu.
Orası hepsinden önce saraya vardığında sarayın etrafını saran duvarların belirli aralıklarla muhafızlarla korunduğunu gördü. Ama bu onun için bir engel sayılmazdı. İstemediği sürece kimse onu göremezdi.
Duvarların iç kısmına sızdığında sarayın Saldera flamalarıyla süslendiğini gördü.
Böyle süslemelere bayılıyorum…
Orasi bekledi. Salderalı elçinin saray duvarlarından içeri girişinden önce tüm muhafızların etrafı tekrar tekrar kolaçan edişini ve Salderalı elçinin içeri girişini bekledi.
Artık taştan, büyük kapının önünde duruyordu. Planını gözden geçirmek gibi bir beklentisi yoktu. Yapması gereken şey belliydi. Ayrıca bir Salderalı da elinden kaçacak değildi.
Doğru ânı bekle…
Orasi’nin içeriye hızla girişi, neredeyse bıçaklarının eline gelişi kadar hızlıydı. Salderalı elçi geniş salondaki büyük koltuğa uzanmış meyvesini yiyordu. Hızla kendisine gelen kişiyi görünce elinde meyve eli havada öylece kalakalmıştı.
Şaşmadan ve bir an olsun beklemeden hedefine doğru giden Orasi garip bir ses duydu.
Minatrili adamın bahsettiği evcil hayvan…
Orasi, bıçağını Salderalı elçinin gırtlağına sapladığında adamın boğazında kalan meyveyi de deldiğini hissetti. Ama o sırada kaburgalarına şiddetle bir şeyin çarpmasıyla masayı kırıp duvara kadar yuvarlandı. Kafasını kaldırdığında kendisine bu kadar şiddetle vuran şeyin ne olduğunu gördü.
Aşağılık Minatrili…
Hemen doğrulması gerekiyordu. Yoksa az önceki darbenin çok daha fazlası bir iki saniye içerisinde gelecekti. Salderalı elçinin evcil hayvanı üzerine atılmak için hazırlanıyordu.
Lanet olsun… Bir Azukay’ın burada ne işi var?
İri yaratık üzerine doğru atılmıştı ama Orasi o havadayken çarptığı duvar dibinden kalktı. Hedefe ulaşamayan Azukay da duvara çarpmasıyla biraz olsun zaman kazanmıştı. Bu yaratığın kendisinden daha hızlı olup olmadığını merak eden Orasi pek arayı açmak istemeyecek şekilde kendini binanın dışına attı. İçinde nadir olarak uyanan duyguyu, korkuyu hissetti.
Bu hiç de iyi değil…
Orasi etrafına bakınarak çevreyi inceledi. Dışarıda onlarca muhafız vardı ve o daha rıhtım binalarının olduğu bölgeye yaklaşamadan kaçacak bir yer bulamayabilir, yakalanabilirdi. Ama Salderalı muhafızlarla, Hassaralı muhafızlar arasında bir kargaşa çıkartmanın da eğlenceli olabileceğini düşünüyordu.
Yaratığın yirmi adım kadar yaklaşmasına müsaade edip hızla koştu. Yaratık mesafeyi hızla kapatıyordu ama Orasi kusursuz bir plan yaptığını tam o heyecanlı anda farkına varması içindeki keyfi arttırdı.
Orasi ayağını duvara atıp sıçradı. Kazandığı ivmeyle havada ters takla atarak ardından gelen yaratığın sırtına konuşuyla bıçaklarını yaratığın boynunun iki yanına sağlaması bir oldu. Yaratığın acı dolu hırlaması, etrafa fışkıran kanlar ve dışarıda garip bir şeyler olduğunu anlayan muhafızlar Orasi’nin bu seyir zevkini yarıda bırakmasına yetti. Saraya tekrar girip Salderalı elçinin boynundaki kana bulanmış kolyesini aldı. Bu kolyeler, önemli bir konuma sahip olan Salderalılara verilirdi. Bir an olsun bu adam da kim diye içinden geçirse de önemsemedi. Besmerekli Orasi böyle şeyleri pek kurcalamazdı. Anlaşma anlaşmaydı ve o Minatrili zibidiyi bulduğunda bıçağıyla sakallarını kesecekti. Yanlışlık süsü verip kulağının birini bile kesse değerdi.
Orasi, bir süre geride bıraktığı kaosu izledi. Gün doğmak üzereydi. Gölgeler hala keskinken Arada Bi’Kal Hanına döndü.
Dün gece rıhtımdaki gemide çalışanlar gece sabaha kadar hanı doldurmuş ve olan olayların haberinin de anında yayılmasıyla muhabbetleri sabahın erken saatlerine kadar sürmüştü. Orasi içeri girdiğinde iki garson kızın etrafı temizlediğini gördü. Gecenin yoğunluğu hareketlerinin aksaklıklarından belli oluyordu. Masaların bir kaçında sızıp kalmış bir iki adam vardı. Sürükleyip dışarı atmak Hancı Pamira’ya göre değildi. Usul usul durup kimseye zararları olmadığı sürece ayılana kadar masada vakit geçirmelerine izin verirdi.
Minatrili adam hala aynı masasında oturuyordu ve başında bir garson masasına kahvaltı serpiştiriyordu. Orasi hızla ve sertçe adamın karşısına oturdu. Garson kıza işaret ederek Serseri Bıçak için de sıcak bir şeyler vermesini söyledi.
“Bırak şimdi!” diye gürledi Orasi, Minatrili adamın hiç de beklemediği bir şekilde. Üstelik gece yayılmış haberlerden Serseri Bıçak’ın işini hakkıyla yapışı sebebiyle bir miktar yüzündeki gülümseme de söndü. “Lanet herif,” diye ekledi Orasi, “O şey bir evcil hayvan değildi, bir Azukay’dı!”
“Sana dikkat etmen gerektiğini söylemiştim,” dedi Minatrili adam ve daha fazla uzatmak istemeden anlaşmalarını hatırlatmak için cebinden çıkarttığı garip kıvrımlı bir anahtarı masanın üzerine koyup Orasi’nin önüne doğru sürükledi.
Orasi hiçbir şeye hayranlıkla bakmazdı, ama bu anahtara hayranlıkla bakıyordu. Bunun dışarıdan anlaşılması haliyle mümkün değildi. Böyle hisler Orasi için değildi, bu tip hislere suratının karşılık vermesi de beklenemezdi. O da karşılık olarak Salderalı elçinin kolyesini adamın önüne sürükledi.
İşte hayranlıkla bakan bir yüz Minatrili adamın yüzündeki gibi olmalıydı. Bu adam nasıl oldu da bir Azukay’ı al etti, doğrusu şaşarım. Azukaylar, Taras’ın Hassaraya bakan yamaçlarında görülürlerdi. Saldera’da olmaları bir yana evcilleştirilebilecek bir yaratık da değildi. Hayvandan bozma gözükse de bu sadece onu masum gösteren ufak bir ayrıntı olabilirdi.
Minatrili adam, Orasi’nin garson kızın sıcak bir şeyler doldurmasına aldırmadan kalkmaya yeltendiğini görünce, Orasi’nin bıçağını beline iliştirdiği yerden çıkartıp ona geri vermek için uzattı.
“Gerek yok,” diye geri çevirdi Orasi. Ve yine Handan dışarı çıkmak için yolu yarılamışken omzunun üzerinden geri doğru bakarak, “Lazım olacak…”
Minatrili adam, Orasi handan çıktığında ancak yutkunabilmişti. “Lanet olsun, şu Besmereklilerden nefret ediyorum!” dedi.
Garson kız elini yasladığı masadan Minatrili adama doğru eğildi. Büyüyle kendini gizlemeye bir son veren garson kız, Minatrili bir kadına dönüştü. “Biliyorsun, bu adama ihtiyacımız var,” diye konuştu Minatrili kadın ve adamın yanına oturdu. “Oratri için ona ihtiyacımız var.”
Çok güzel olmuş devamını bekliyorum bir köşede